15 Kasım 2013 Cuma

ATATÜRK LALESİ ve YANIK AŞURE

      Herkese Günaydın;
      Bu sabah bu satırları yazarken hiç o kadar neşeli ve istekli değilim. Nedenini anlatıcam...

      Dün yazımı yazıp yayınladıktan hemen sonra 5. Dünya Lale Zirvesine katılmak için fen işleri ahalisi olarak Haliç Kongre Merkezine gittik. Programın başını kaçırmış ortasına yetişmiştik. İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş konuşmasını yaparken içeri girmeye çalıştık ama ne mümkün. Organizasyon için küçük bir salon ve çok kalabalık vardı. Kendimize kenarda ayakta bir yer bulabildik. Konuşmanın özeti lalerin İstanbul için önemi, ekonomik katkısı ve estetik açıdan güzellikleriydi. Önceleri dinlenebilir olan bu konuşma uzayınca biraz sıkıcı bir hal aldı ve bende ki konsantrasyon bozuldu. Ayakta olmanın verdiği sıkıntı da var tabi. Başkan yerini İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı çok sayın Prof. Dr. Nurhan ATASOY'a bıraktı. Kendisini ilk defa tanıyordum ve açıkçası kendime kızdım;büyük bir kadındı, bence önemliydi. 80 yaşında kendini Osmanlı kültürüne ve sanat eserlerine adamış bir kadındı. O yaşta olan kadın bilim adamlarında bir şey var; bir asalet, kendine güven, bilgelik... Saymakla bitmez. Sadece yanında olmak bile öğretici nitelikte gibi. Bize"Osmanlı Bahçeleri ve Lale" hakkında bir sunum yapan bu bilge kişi sunumuyla bizi hayran bırakırken peyzaj açısından unutulan güzellikleri de hatırlamama neden oldu. Bu içten kadını dinlerken ayakta olduğumuz zaman bize hiç dokunmamış ve yaptığı esprilerle akıcı bir sunum olmuştu. Derken konuşma bitti ve bir ara verildi. Kahvemizi içip etrafta dolanırken herkes dağıtılan kataloglar ve defterlerden almış ben de tabiri caizse avucumu yalamıştım. Ara bittikten sonra salonun neden küçük tutulduğu ortaya çıkmıştı. O hınca hınç dolu salon artık 100 kişiden ibaret adı çok duyulmamış bir filmin gösterimi gibi bomboş kalmıştı. Demek ki herkes Topbaş için gelmişti. Kendilerini gösterip, fotoğraflarını çektirip gitmişlerdi. Artık başkanla resimleri vardı. İlerde o kişilerle karşılaştığınız da hepsi ben başkanı tanıyorum. diyeceklerdi.

         Çeviri kulaklıklarımızı alıp salona döndük. Hollandalı bir lale fotoğrafçısı vardı sahnede "Eric Breed". Bize hayatından ve hayatında büyük bir yeri olan lalerden bahsetti. Babasının o doğmadan önce başlattığı bu koleksiyon ve üretim işini devam ettirdiğinden, kaybolmak üzere olan dünyada sadece 10-15 soğanı kalmış türlerden bahsetti. Çektiği her fotoğraftaki lalelere hayran kaldım. Demek lale bu kadar güzelmiş dedim. Siz de internet sitesinden kayıp lalelerin fotoğraflarına bakabilirsiniz.


ATATÜRK LALESİ


Bu lale türlerinden yalnızca 10-15 soğan kalmış.

MENŞEİ İSTANBUL OLAN BENCE EN GÜZEL LALE

      Daha niceleri.. konuşmalar, konuşmacılar devam etti. Öğle arasından sonra bizim için de artık gün bitti. Şu ana kadar günüm mükemmel geçmiş gibi görünüyor. Ama erken karar vermeyin :) 
    
       Öğleden sonra aşurelerimi koymak için aşure kaplarından almaya gittim. Heyecanla aldım kaplarımı. Akşam pişirecek ve apartmana dağıtacaktım plan buydu. Mesai bitiminde metrobüs savaşlarının bilmem kaçıncısını da can ve mal kaybı yaşamadan atlatmış evime gelebilmiştim. Hemen buğdayımı, fasulyemi, nohutumu kaynatmaya başladım. Bir yandan da dün yaptığım dolmayı ısıtıyordum. Her yer tencere, her yer kaşık, tabak.. Karıştım gittim. Aşurenin çok kolay olacağını sanmıştım ama tam bir işkenceye dönüştü. Onu haşla, bunu haşla. Onu süz, şuna su ilave et derken sonunda bütün malzemeleri tencereye eklemiştim. Ama sabahtan beri ayakta olmanın verdiği yorgunlukla tencerenin üstüne yığılacaktım. Ara ara karıştırdığım aşureme gözüm gibi bakarken nasıl olduysa aklım uçmuş ve ben onu tencerede unutmuştum. Derken hayata bir yanık kokusuyla dönmüş; ya olmasın, lütfen o değil, ama ya, ooofff nidalarıyla mutfağa koşmuş, acı gerçekle karşılaşmıştım. Suyunu çok mu koydum diye yakınırken şimdi de hiç suyu kalmamış ve aşure yanmıştı. Üsttekileri kurtarmak istesem de üzerine sinen yanık kokusu yüzünden dökmek zorunda kaldım. Adeta hayatımda ki en önemli şeyi kaybetmiş gibi bükülmüştü boynum. Dokunsalar ağlıcam ve o dokunuş Furkan'dan geldi. Başladım ağlamaya. Heves edip hevesimin kırılmasına mı yanayım, mutfağın haline mi yanayım bilemedim. Furkan ne olacak alt tarafı bir yemek üzme kendini bu kadar dese de ben kendime kızıyordum. Koca tencere aşureye sahip çıkamadım diye. Benim biricik aşkım 'sen hiç üzülme ben toparlarım ortalığı sen de tekrar yaparsın dedi. Tekrardan ıslattık malzemeleri bu akşam bir deneme daha var. Bunu halledersem bu son. Bir daha hayatta kalkışmam bu işe. Haberiniz ola. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin